“Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları,
dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların manevi değerlerini, batı
medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık.
İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç
ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye
inanmıyorlar…”(2)
Yukarıdaki cümleler “Oryantalist” diye adlandırılan iki hristiyan ilim adamına
ait. Günümüzdeki Müslümanların içine düştüğü durumu ne güzel özetlemekte… Bu
cüretkâr ve iddialı cümleler oryantalistlerin düşünce yapıları ve hedefleri
noktasında ipuçları içermekte. Günümüz Müslümanlarının, oldukça eski bir maziye
sahip olan oryantalizm kavramını ve işlevini bilmemeleri ne acı bir gerçektir.
Günümüz Batı ülkelerinde hâkim olan ve Batılı medya kuruluşları aracılığıyla
bütün dünyaya ihraç edilen İslam ve Müslüman imajını, Oryantalizm’den bağımsız
anlamak imkânsız derecesinde zor. İslam toplumlarını geri, ataerkil,
irrasyonel, şehvet düşkünü, atıl, şiddet yanlısı, bedevi ve kaba kalabalıklar
olarak sunan tasvir, roman, hikâye, şiir ve tarihi eserlerin çok büyük bir
bölümü, Oryantalizm adı altında özetlediğimiz Batılı çalışmalara geri gider.
Oryantalist yazarların yaklaşık bir buçuk asır önce ürettiği bu imajlar, bugün
de canlılığını muhafaza ediyor. Üstelik bu tiplemeler sadece Batı toplumlarında
değil, İslam ülkelerinde yerel kimliğini yitirmiş Avrupai aydınlar ve burjuva
arasında da kayda değer bir etkiye sahip.
“Emperyalizm’in Keşif Kolu: Oryantalizm” adlı bu yazı dizisinde oryantalizmin
ne olduğunu, doğuş sebeplerini, meşhur simalarını ve oryantalistlerin İslam
dünyasındaki etkilerini sizlere aktarmaya çalışacağız.(Çaba bizden, tevfik yüce
Allah’tandır.)
ORYANTALİZM NEDİR? DOĞUŞ SEBEPLERİ
Oryantalizm;
Müslüman doğu medeniyetinin (din, edebiyat, dil ve kültürü içine alacak
şekilde) bütün unsurlarını inceleyerek İslam dünyası hakkında batılıların
sistematik bir bilgiye sahip olmalarını sağlayan, İslam ve Batı medeniyeti
arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan bir
akımdır. Oryantalizmin Arapça karşılığı “İstişrak”tır. İstişrak ile ilgilenen
kişilere de Müsteşrik denilir.(3)
Oldukça eski bir maziye sahip olan oryantalizm kavramını bir bütünlük içinde
dünya kamuoyuna sunan Edward Said bu sistematiği tek bir cümle ile özetler;
“Oryantalizm gerçek Doğuyu değil Şarkiyatçıların görmek istedikleri bir “Şark”ı
aksettirir.” Oryantalizmin basit tanımı, Doğuyu anlama, Doğuya olan tecessüsü
giderme çabasıdır. Said’e göre oryantalizm, Şark ile uğraşan toplu müessesedir;
yani Şark hakkında hükümlerde bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından
geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder, iskân eder, yönetir; kısacası
‘Doğu’ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için’ Batı’nın
bulduğu bir yoldur.(4) Yani oryantalizm bir sömürge doktrinidir. Aynı zamanda
Batı, Doğu’dan güçlüdür ve ona tahakkümü öngören bir siyasi doktrin geliştirmek
zorundadır. Batı güçlüdür ve Doğu’ya hükmetmek zorundadır. Bu hegemonik güç,
sayesinde Batılılar Doğu’yu değiştirip dönüştürmekte. Yani Doğu’nun bütün
modernleşme argümanları Batı’nın birer ürünüdür. Eğer Batı ile ittifak
edecekseniz onların argümanları doğrultusunda hareket edeceksinizdir.
Oryantalizmi
bir tür “Doğu kültür ve medeniyetlerinin mühendisliği” olarak tanımlamak
mümkündür. Başka deyişle oryantalizm, Batı’nın Doğu üzerinde tahakküm kurmak,
kendi çıkarlarına göre yeniden yapılandırmak amacıyla geliştirdiği bir yoldur.
Bir oryantalist bu durumu şöyle ifade eder: “Oryantalistlere güven
duyulmamasının sebeplerinden biri ‘ne yaptıkları’dır. Milletleri araştırır, ne
olduğunu, nasıl konuştuğunu, tarihini, dilini ve dinini, her şeyini öğrenir ve
size anlatırlar. İnsanlara bu milletlerle ilgili konularda nasıl düşünmeleri
gerektiğini salık verirler. O zaman bu, bir çeşit siyasî kontrol aracı
olabilmektedir. Çünkü eğer siz bir toplumu bu kadar tanıyorsanız, bu bilginizi
onları kontrol etmek ve onlardan bir şeyler kazanmak için kullanabilirsiniz. Bu
tür şeyler oldu. Bu bir gerçektir.”
Oryantalizmin gözlüğü modernizm olduğu ve modernizmin de hakim karakteri
sekülarizm (bu-dünyacılık) olduğu için, İslâm’ı “Vahy’e dayalı din” olarak
değil de, “tarihsel ve toplumsal bir fenomen” olarak görür. Gerçi pek çok
oryantalist İslâm’ın olağanüstülüğünü vurgularsa da yine de salt beşeri bir
fenomen olarak tanımlamaktan vazgeçmez.
Batı’nın İslâm dünyası imajı ve İslâm alanındaki çalışmalarının tarihi bir
geçmişi ve arka planı söz konusudur. Özellikle iki dünya, yani Batı ile Doğu
arasında Orta Çağ’daki mücadelenin arkasından bir arada olma ve yeni bir
yaklaşımın neticesinde düşman olarak görülen İslâm ve İslâm dünyası artık bir
ortak, partner olarak görülmeye başlamıştır. Bu bağlamda zamanla objektiflik de
gündeme gelmiştir. Bu süreçte oryantalizm karşımıza çıkmaktadır.
İnsanlar başlangıçta sadece ideolojik amaçlarla dilleri araştırmaya ve materyal
toplamaya başladılar. Orta Çağ İspanyası’nda Arapça araştırmalar, misyonerlik
faaliyetinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla başlamıştı. Bu araştırmalar
1492’de Gırnata (Granada)’nın düşüşü ve sadece İspanyolca konuşan Morisko
(Morisco) azınlığının hayatta kalmasıyla birlikte ilgi ve önemini kaybetti.
Bunlar, senatonun Doğu kiliselerinin birleştirilmesi ile ilgilendiği Roma’da,
genel olarak Sâmî araştırmaların bir parçası olarak sürdürüldü. Hümanizm,
evrensel bir kültür ile birlikte aynı zamanda siyasî ve ekonomik çıkarlarını
araştırırken, bu araştırmaları İslâmi çalışmalar şeklinde genişletti. Gerçekten
özverili bir âlim olan Guillaume mistisizmine rağmen, inanca hizmet etme konusundaki
gayreti ile, dillerin ve ayrıca insanların araştırılması sürecine ve aynı
zamanda Doğu’da önemli bir yazmalar koleksiyonunun toplanmasına oldukça katkıda
bulundu. Ansiklopedik bir şahsiyet olan öğrencisi Joseph Scaliger (1540–1609),
oryantalizm alanında çalıştı ve misyonerlik çabasından vazgeçti. 1586’da
Avrupa’da Arapça kitap basımı Toscana Kardinalı Grand Duke ve Ferdinand de’
Medici’nin tesis edip belirlediği matbaa çalışmalarını kullanmak zorundaydı.
Şüphesiz açıkça ifade edilen amaç misyonerlik çabasına yardım etmekti. Ancak ta
başından itibaren burası İbn-i Sina tıp ve felsefe kitapları ile dil bilgisi,
coğrafya ve matematik kitaplarını bastı. 16. y.y.ın sonunda ve 17. y.y.ın
başında Paris, Hollanda ve Almanya’da özellikle İbn-i Sina tıbbı hakkında daha
iyi bilgi sahibi olma düşüncesiyle Arapça kitap basımına yeniden teşebbüs
edilmek zorunda kalındı.
Papalık ve pek çok Hıristiyan, kiliselerin birleştirilmesine önem verdiler ve
Doğu Hıristiyanları ile bir ittifaka çabaladılar. Bu, onların dil ve (dinî)
metinlerini araştırıp incelemek anlamına gelmekteydi. İngiltere, Fransa ve
Birleşik Eyaletler daha çok Doğu ile ticaretleri ve siyasî projeleri ile
ilgilendi. Artan seyahat kolaylığı ilim sahibi Marunileri Avrupa’ya ulaştırdı
ve hatta Erpenius 1611’de Conflans’da bir Faslı tacir ile karşılaşmıştır.
Protestanlar ile Katolikler arasındaki tartışmanın başlıca konularından birisi
olan İncil tefsirleri de Doğu dilleri filoloji çalışmasına sevk etti. Osmanlı
tehdidi, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İslâm’ın daha yakından araştırılmasına
yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu güç ve kudretini kaybettiğinden, araştırma daha
ılımlı olarak sürdürülebildi. Avrupa’nın güç ve kültürünün inkişafı, Doğu idari
çevrelerinin her zamankinden daha çok sayıda Avrupalı seyyah ile
ilgilenmelerine sebep oldu. Bu seyyahlar, hâlihazırda sınırlı olan ve özellikle
askerî ilimleri içeren pek çok faaliyet ile ilgili yararlı pratik bilgi ve
usulleri getirmişlerdi.
O dönemdeki bu tür daha yakın bağlar ve ilgiler ile bilimsel araştırma
organizasyonuna yönelik genel eğilim, güzel bir şekilde örülmüş oryantalist
ağının ortaya çıkışının sebebini açıklamaktadır. İlk Arapça kürsüsü 1539’da,
bir aydın ve Rönesans ekolünün hayli tipik bir âlimi olan Guillaume Postel
adına yeni tesis edilen College de France’da kuruldu. Gulliame Postel, yukarıda
gördüğümüz gibi, ilk öncü yazmaları yayımlayan ve bunun ötesinde oryantalizm
bilimindeki konumu zaten çok iyi olan Scalier gibi öğrencileri yetiştiren
şahsiyettir. Kütüphanelerdeki el yazmaları koleksiyonları ilim adamlarına ciddî
araştırmalar için gerekli olan materyali sağlamıştır. Kitap basımı ve özellikle
başlangıcına işaret ettiğimiz Arapça basım, her bir ilim adamının çalışmasını
diğerlerine ulaşılabilir hale getirmiştir. Mütehassıslar arka arkaya dil
bilgileri, sözlükler ve metinlerin edisyonu gibi zorunlu araçları sağlamayı iş
edinmiştir. Bu noktada iki Hollandalı hemen ilk sırada durmaktadır. Bunlar, ilk
Arapça dil bilgisi kitabını ve doğru filolojik kurallara dayalı bir metnin ilk
edisyonunu yayımlayan Thomas van Erpe (1584–1624) ve öğrencisi Jacob Golius
(1596–1667)’dur. Diğer taraftan 1680’de Avusturya’da Fransız ressam Claude
Lorrain’in yolunu izleyen bir şahsiyet olan Franz Meninski, muazzam Türkçe
sözlüğünü neşretti. Oryantalizm çalışmaları kürsüleri oldukça çoğaldı. Paris
artık tek başına değildi. Francis van Ravelingen veya Raphelengious
(1539–1597), 1593 gibi erken bir dönemde Leiden’de Arapça öğretiyordu. VIII.
Urban 1627’de Roma’da, aktif bir araştırma merkezi olan Propaganda Koleji’ni
kurdu. Edward Pocock, 1638’de Oxford’da ilk Arapça kürsüsü başkanı idi.
Rölativizm inancı, entelektüelleri ve bu inanca bağlı olanları âlimlerden önce
etkiledi; fakat oluşturduğu ortam âlimlere yol açtı. Müslüman Doğu’ya karşı çok
özel şahsî eğilimi olan kimseler, hiçbir engel olmadan çalışmalar
yapabiliyorlardı. B. d’Herbelot (1625–1695), elde bulunan oldukça zengin
materyal birikimini kullanarak İslâm Ansiklopedisi’nin ilk teşebbüsü olan (ve
ölümünden sonra 1697’de Galland tarafından yayımlanan) Bibliotheque Orientale’i
kaleme aldı.
Galland, oldukça büyük tesiri olan Arabian Nights (1704–1717) kitabının
çevirisini 18. y.y.ın başında yayımladığında, Doğu dünyası ile ilgili şeylerin
tadılmasına kesinlikle yardımcı oldu. Bu çalışmalar bilimsel oryantalizmi
ortaya çıkardı.5
Bilimsel oryantalizm denen dönemin, Sylvestre de Sacy’nin 1795’te Paris’te
“Ezoles Bes Languages Oriantales”i kurması ile başladığı kabul edilir. Bu ilgi
özellikle 19. yy’ın ilk yarısıyla 20. yy’ın ilk yıllarında zirvesine ulaştı. Bu
dönemlerde, Belçikalı, Hollandalı, İspanyalı, Fransız, İngiliz ve Amerikalı
misyonerlerin hepsi çalışmalar yaptı. S. Zvemer, H. Lamnens, D. B. Mac Donald,
M. A. Palacious, C. De Faucault, M. Watt, Ignaz Goldziher, K. Cragg, Louis
Massignon gibi isimler çalışmalarını yayınladı. İslam konusundaki şüpheler
ortaya atıp, onu ikincil bir konuma düşürmeye çalıştılar.
Oryantalistlerin milletlerarası ilk konferansı 1873 yılında Paris’te yapıldı.
Bu tarihten sonra bu tür konferanslar birbirini takip etti ve kısa zamanda
sayıları otuzu geçti. Buna ilaveten her devlete bölgesel seminer ve paneller
düzenlendi. Mesela Almanya’nın Dresden şehrinde ilk defa 1849 yılında toplanan
ve bu tarihten sonra periyodik şekilde devam eden Alman
Oryantalistler(Müsteşrikler) Konferansı bunlardan biridir. Bu gibi
konferanslarda yüzlerce oryantalist ilim adamı hazır bulunmuştur. Mesela ,Oxford
konferansında 25 ülkedeki 80 üniversiteden ve 69 ilim cemiyetinden dokuz
yüz ilim adamı hazır bulunmuştur.6
Oryantalist çıkarlarla ticari çıkarlar 17. yy. sırasında çakışmaya başladı.
İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, Hollanda ve İspanyalı kişiler Müslüman ve
gayrimüslim topraklarda ticarî şirketler kurmaya başladılar. Müslüman ülkeler
ana ilgi odağını oluşturuyordu. Çünkü Hindistan’ın büyük bölümü Moğol, Ortadoğu
ise Osmanlı yönetimi altındaydı. Avrupalı ticaret şirketlerinin siyasî boyutlar
kazanması için uzun zaman geçmesi gerekmedi. Bu bölgelerdeki kullanılmamış
hammaddelerin talan edilmesi işi, tekelleştirme ve kârın devamlılığı için
siyasî kontrolü gerekli kılıyordu. Özellikle 19. asrın ortasından itibaren
İslam dünyasının maruz kaldığı işgallerin Avrupa’nın Şarka olan bakış açısını
belirlemede büyük rolü oldu. Sömürgecilik, müsteşriklik kültüründen istifade
etti. Diğer taraftan Garbın Şark üzerindeki hakimiyeti, müsteşrikliğin durumunu
güçlendirmiş, böylece oryantalizm (müsteşriklik), Avrupa’nın Şark yayılmacılığı
ile doğru orantılı olarak müessese ve muhteva bakımından büyük ilerlemeler
kaydetmiştir. 19. asır, Batılı sömürgecilerin, İslam dünyasının geniş bir
bölümünü istila etmesine şahit oldu. 1857’de İngilizler, siyasî olarak
Hindistan’ı istila ettiler. Böylece Hindistan, resmen İngiliz Kraliyeti’nin
tebaiyetine girdi. Aslında 1857 yılından itibaren zaten Hindistan Şark
şirketinin nüfuzu altına girmişti. 1857 yılında Fransızlar, 1830’dan beri
istila etmeye başladıkları Cezayir’i bütünüyle ele geçirdiler. Hollanda bundan
önce yani 17. asrın başlarında Hollanda–Hind şirketi yoluyla Doğu Hind adalarını
(Endonezya) istila etmişti. 1881 yılından sonra, Mısır ve Tunus istila edildi.
Sömürgeciler, İslam dünyasını parça parça koparıp kendi hâkimiyetleri altına
almaya başladılar. Nihayet İslam dünyasını, doğudan batıya çember altına almaya
muvaffak oldular. Birinci Dünya Harbi’nden sonra, hemen hemen İslam dünyasının
tamamı, Garb sömürgesinin nüfuzuna boyun eğmiş oldu. Sömürgecilik, kendi
maksadına hizmet ettirmek, hedeflerini gerçekleştirip, Müslüman ülkelerde
hâkimiyetini sağlamlaştırmak için bir grup müsteşriki kullanmayı başardı.
Böylece müsteşriklikle sömürgecilik arasında resmî ve sağlam bir bağ oluştu.
İlimlerini, Müslümanların zelil kılınmasına adayan birçok müsteşrik, bu
cereyana kendisini kaptırdı. Bu durum, insaflı müsteşriklerin karşısında utanç
duydukları bir husus oldu. Bu konuda çağdaş Alman müsteşrik Stephan Wild,
şunları söylüyor:
“Bundan daha
çirkini kendilerine müsteşrik adını veren bir grup, İslamiyet ve İslam tarihi
hakkındaki bilgilerini, İslam’ın ve Müslümanların zayıflatılması yolunda
kullandılar. Bu, misyonlarına samimiyetle bağlı müsteşriklerin bütün
açıklığıyla itiraf etmeleri gereken acı bir gerçektir”.
Müsteşriklikle sömürgecilik arasındaki irtibatın çok sayıda misalleri vardır.
Biz sadece Almanca İslam Dergisi’nin kurucusu ve Afrika’da Almanya’nın
sömürgeci emellerine hizmet eden, araştırmalar yapan Karl Heinrich Becker’i
örnek veriyoruz. (Ö. 1933).
Almanya
1885–1886 yıllarında sâkinleri kısmen Müslüman olan bazı Afrika ülkelerini
sömürgeleştirdiler. Bu ülkeler 1918 yılına kadar Almanya’nın hâkimiyeti altında
kaldı. Bu gaye ile 1887 yılında, bir Şark Dilleri Enstitüsü kuruldu. Bu
enstitünün görevi, o zamanki Şark ve Uzakdoğu ülkeleri ve bu ülkelerin millet
ve kültürleri hakkında bilgi elde etmek şeklinde özetlenebilir.
Alman müsteşrik Ulrich Harmann, bu konuda şöyle der: “1919’dan önce âlem–i
İslam hakkındaki Alman araştırmaları daha az masum ve iyi niyetliydi. Bizim
büyük müsteşriklerimizden birisi olan Karl Heinrich Becker, siyasî faaliyetlere
dalmış bulunmaktaydı. Öyle ki, 1914 yılında Afrika’da İslamiyet’in İngilizlere
karşı bir siyasî zırh olarak kullanılma planlarının ateşli bir taraftarı
olmuştu.” Rusça olarak yayınlanan Âlem–i İslam (Mir İslama) dergisinin kurucusu
Barthold’a (Ö. 1930) gelince, bu zâtın da Rus hükümetine yaptığı ve Orta
Asya’da Rusya’nın çıkarlarına hizmet eden teklifleri gerçekleştirildi.
İslamiyat
sahasında Hollandalı meşhur Snouck Hurgronje (Ö. 1936) sömürgecilik hizmetinde
çalışmak için hazırlanmak uğrunda 1885 yılında Mekke’ye bir Müslüman ismi olan
Abdulgaffar adını takınarak gitmiş ve burada bir buçuk sene kalmıştır.
Arapça’yı bir Arap gibi konuşabilmesi de bu faaliyetlerinde kendisine yardımcı
olmuştur. Bu müsteşrik, Doğu Hindistan’ın Hollanda hâkimiyetinde bulunan
bölgelerinde kültürel ve sömürgeci siyasetlerin oluşmasında mühim roller
oynamıştır.
Fransa’da Kuzey Afrika işlerinden sorumlu Sömürgeler Bakanlığı’na bağlı
müsteşar olarak çalışan bir çok müsteşrik vardır. Misal olarak Sacy’yi
verebiliriz. Bu zat 1805 tarihinden itibaren Fransa Dışişleri Bakanlığı’ndaki
“müsteşrik” makamını işgal etmiştir. 1830’da Fransızlar Cezayir’i işgal edince
Cezayirlilere hitaben yayınlanan bildirileri tercüme eden zâttır. Şark ile
ilgili meselelerde, dışişleri bakanlığı tarafından düzenli olarak savunma
bakanlığı tarafından da özel durumlarda kendisine danışılıyordu. Yakın bir
zamana kadar Massignon, Fransız Sömürgeler Dairesi’nde İslamî konular müsteşarı
olarak bulunuyordu.
Fransız müsteşrik Hanotaux (Ö. 1944) da, “Şüphesiz bugün İslam ve Müslümanlık
problemi ile karşı karşıya kaldık” isimli makalesinde Müslüman Afrika
sömürgelerindeki Fransız siyasetini yönlendirmeye dair tekliflerini ve kolay
idare edilmeleri için Müslümanların inançlarını zayıflatma konusunda bu
tekliflerin güttüğü hedefleri açıklıyor.
Oryantalizmin disiplin olarak belirdiği zamanlarda emperyalizmin de boy
göstermiş olması dikkat çekicidir. Bu da oryantalizmin, emperyalizmin ihtiyacı
olan bilgi desteğini sağladığını gösterir. Bunun çarpıcı örneklerinden birisi
de, Napolyon’un Mısır’ı işgali sırasında pek çok bilim adamını da yanında
götürüp, Mısır hakkında 23 ciltlik kitap yazdırmasıdır.(7)
Bu bağlamda
oryantalizmin bir toplum ve kültür mühendisliği olduğu söylenebilir. Başka
deyişle oryantalistler, Müslüman halkları Batı uygarlığının çıkarlarına göre
yeniden yapılandırmayı amaçlıyordu.
Burada şunu da belirtelim: Bazı oryantalistler iyi niyetli olsa bile, onların
emperyalizmin keşif kolu olarak kullanılmasına engel ol(a)maz. Örneğin ünlü
oryantalist Louis Massignon, Fransız Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış, sonra da
Fas’taki Fransız sömürge yönetiminde görev almıştır.
Oryantalizm(istişrak), yaptığı çalışmalarla misyonerlere malzeme hazırlamış,
onların İslam ülkelerinde girişecekleri faaliyetlerde yardımcı
olmuştur.Batılıları şarkiyatçılığa teşvik eden bazı önemli faktörler vardır:
1-Dinî Sebepler: Oryantalizmin kuruluşunun arkasında duran ve uzun zaman
boyunca hiç ayrılmadığı dinî hedefleri şu şekilde sıralanabilir:
a)Hz.Muhammed
(s.a.v.)’in risaletinin doğruluğu hakkında şüphe uyandırmak ve hadislerin
Müslümanlar tarafından ilk üç asırda uydurulan sözler olduğunu iddia etmektir.
b)Kur’an-ı
Kerim’in yüce Allah kelamı olduğu hakkında şüphe uyandırmak ve Kur’an’ı
kötülemek.
c)İslam
fıkhının değerini küçük göstermek, İslam fıkhının Roma hukukundan alınma
olduğunu ileri sürerek bunu pekiştirmek.
d)Arapça’yı
küçük düşürüp, anlaşılmaz olduğunu iddia etmek.
e)İslam’ın,
Yahudi ve Hristiyan kaynaklarına dayandıklarını ileri sürmek.
f)Misyonerlikle
Müslümanları, Hıristiyanlaştırmak.
g)Zayıf
haberlere ve uydurma hadislere dayanarak görüş ve teorilerine güç
kazandırmak.(8)
2-Siyasî Sebepler: Başta dinî sebeplerle gelişen Oryantalizm, zamanla siyasi
bir hüviyet kazanmış ve şu siyasî hedefleri gözetmiştir:
a)Müslümanların
yaşadıkları ülkeleri sömürge haline getirebilmek; buraları en iyi
şekilde(!)idare edebilmek için de kolonilerdeki memurlarını yerli halkın
dillerini, edebiyatlarını ve dinlerini öğrenmeye teşvik etmek.
b)Müslümanlar
arasındaki kardeşlik ruhunu zayıflatıp, onları birbirinden ayırmak suretiyle
zayıf düşürmek, böylece Batının üstünlüğünü ve hükmünü onlara kabul ettirmek.
c)Yerli
şivelere önem vermek ve yaygın adetleri etüd etmek.
3-Ticarî Sebepler: Özellikle Batıda, sanayi devriminden sonra yatırımlar yapmak
isteyen ve ürünlerini pazarlamak isteyen Batılı büyük şirketler, İslam ülkelerini
tanımak için, bu ülkeler hakkında rapor yazan araştırmacılara yüklü miktarda
para vermişlerdir. Bu da oryantalistlerin çalışmalarını arttırmıştır.
4-İlmî Sebepler: Oryantalistlerin çok az bir kısmı sadece gerçeği öğrenmek;
Doğu kavimlerinin medeniyetlerini, dinlerini, kültürlerini ve dillerini
öğrenmek için araştırma ve tedkike yönelmiştir. Bu nevi oryantalistler, kasden
iftira ve tahrif yapmadıklarından İslam’ı anlamakta başkalarına nazaran daha az
hataya düşmüşlerdir.(9)Bunlardan bazıları İslam’ın gerçeklerini anlayıp
Müslüman olmuşlardır. Mesela; Fransız asıllı Diniye adlı oryantalist, yaptığı
araştırmalar neticesinde Müslümanlığı seçmiştir.
Bir de şu hususu belirtmek gerekir ki, müsteşrikler İslamî ilimlerin her bir
dalında, alanın temel kaynakları ile ilgili tenkitli veya tenkitsiz ana
kaynakları neşretmişlerdir. İlk olarak Hollandalı müsteşrik Juynboll tarafından
neşredilen ve İslam vergi hukukunun en kadim kaynaklarından birisi olan Yahya
b. Âdem’in Kitâbu’l-Harac’ını 30 küsur yıl sonra neşreden Ahmed Muhammed Şâkir,
bu esere yazdığı mukaddimede şunları söylemektedir:”Selef-i salihin’imizin
eserlerine keşke biz sahip çıksaydık. Zira bu eserlerden istifade etmenin
yolunu bize açan ve o defineleri önümüze seren onlardır. Hiçbir kıymetli kitap
yoktur ki, daha önce Avrupalı Şarkiyat âlimleri tarafından neşredilmiş olmasın.
Bizler ise uyuyoruz ve elimizin altındaki hazinelerden habersiziz…”(10)
Ana hatlarıyla açıkladığımız bu faktörlere daha başkaları da eklenebilir. Şimdi
de yaptığı çalışmalarla meşhur olan bazı oryantalistleri tanıyalım:
İ. Goldziher
Macar asıllı
koyu bir Yahudi’dir. İslam Ansiklopedisi yazarlarındandır. Sâmi dilleri üzerine
çalıştı. Tevrat, Talmud dersleri ve Yahudilik şuuru aldığı hocası
Treudenberg’in gözetiminde 1833’de “Yahudiliğin Kur’an Üzerindeki Etkisi”
konulu doktora tezini hazırladı. Suriye’ye gönderildi. Orada Tahir el-Cezairi
ile beraber oldu. Mısır’a gitti. El-Ezher Üniversitesi’nde eğitim gördü.
Muhammed Abduh’tan dersler aldı. “Tefsir Ekolleri” ve “İslam’da Akide ve
Şeriat” isimli eserleri meşhurdur. Tezini “Kur’an-ı Kerim’in vahiy mahsulü
olmadığı” fikrine bina etmiştir. Kur’an’a hermenötik metodlar uygulamış, İncil
ve Tevrat’ın da hak kitaplar olduğunu ispata çalışmıştır. Vahyi tartışmaya
açmak, İslam’ın temel itikadî esaslarının zedelenmesine zemin hazırlayacak, bu
vesileyle İslam aleminin birliği daha kolay bozulacaktı. Goldziher yaşadığı
dönemdeki faaliyetleri ile bu fonksiyonu icra etmiştir.(11)
Ernest Renan
Saint
Sulpice Koleji’nde İbranice öğrendi. 7 yıl süreyle bir papaz okulunda eğitim
gördü. 1845’de papazlıktan ayrıldı. Alman düşüncesinden etkilenerek Katolik
inancından koptu. İnsanlığı ilgilendiren büyük meselelerin ancak liberal bir
bilim yoluyla çözümlenebileceğini ispat için “Bilimin Geleceği” adlı eseri
yazdı. 1850’de Bibliothegue Nationale’deki Süryanice el yazmalarını
sınıflandırmakla görevlendirildi. 1852’de “İbn-i Rüşd ve İbn Rüşdçülük” teziyle
doktorasını verdi. 1860’da Suriye’ye gitti. 1862’de College de France’ın
İbranice kürsüsüne getirildi. 1864’de Mısır, Anadolu ve Yunanistan’a gitti.
Hayatının son yıllarında Origines isimli eserini (İsrail Milletinin Tarihi) ile
tamamlamaya çalıştı. 1892'’e öldü. E. Renan “İslamiyet ve Bilgi” adlı bir konferans
da vermiştir. Burada İslam’ın gelişmeyi ve ilerlemeyi yok eden ve bilime engel
olan bir din olduğunu ileri sürdü.
Renan’ın bu çarpık fikirlerine, Namık Kemal “Renan Müdafaanamesi” adlı eserinde
karşı çıkmıştır. Namık Kemal eserinde Renan’ı şöyle tanıtıyor: “Engizisyonun
kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlayan ve her dini aynı
meziyette vehmeden bir münkir. Üstelik ele aldığı konuyu hiç de bilmemektedir.
Nasıl olur denilebilir, bir Şark dilleri mütehassısı, bir akademi azası İslam’ı
nasıl bilmez? Bilmez, Avrupalı Şark’ı bilmez”Namık Kemal bu eserinde Renan ve
başka Avrupalı oryantalistlerin İslam dinini yanlış değerlendirdiklerini
örneklerle açıklamıştır.
Renan’ın tezi akılla nakili çatıştırmaktı. Renan’ın düşüncesine göre, nakil
karşısında akıl tek hüküm koyucudur. Dolayısıyla akıl, naklin yani vahyin
üstündedir. E. Renan İslam dünyasında bu görüşü hâkim kılmak için çalışmıştır.
L. Massignon
Fransız asıllı bir Katolik misyoneridir. Aynı zamanda da misyoner
cemiyetlerinin ruhanî lideridir. Mısır ve Şam ilim akademilerinin üyeliklerinde
bulundu. Goldziher ile yakın temasları oldu. Araştırmalarını tasavvuf üzerinde
yaygınlaştırdı. Bağdat’a gitti, Kahire’ye yerleşti. 1909’dan itibaren El
Ezher’de, bir Ezherli kıyafetiyle derslere girdi. Hicaz, Kudüs, Halep, Şam ve
İstanbul turları yaptı. 1922’de kendisine doktora unvanı verildi. İslam’da Sufi
Şehid Hallac adlı eseri vardır.
Christian Snauch Hurgrange
Hollandalı bir müsteşriktir. ‘Mekke’de Hac Mevsimi’ tezi üzerine doktora yaptı.
Çalışmasında haccın cahiliye döneminden kalma bir âdet olduğu iddiasını işledi.
1884’de Cidde’ye gitti. Mekke’ye girebilmek için bir süre bekledi. Ardından
Abdulgaffar sahte adıyla Mekke’ye casus olarak girdi. Bir müddet Cava’da ikamet
etti. 1912’de “Kur’an’daki İbrahim” adlı eseriyle gerçeğe uymayan pek çok
iddiada bulundu. Macar müsteşrik Goldziher ile temaslarda bulundu. Hurgrange
misali bize yeni bir münakaşa imiş gibi takdim edilen Hac ve Kurban
tartışmalarının çıkış noktasının müsteşrik kaynaklı olduğu hakikatini açıkça
göstermektedir.
İslam akaidini çökertmek gayesiyle faaliyet gösteren bu müsteşriklerin sayısı
pek çoktur. Yukarıda ismini ve kısaca faaliyetlerini zikrettiklerimizin
haricinde G. Von Grunebaum, P. Hitti, S. Wensink, P. Casanova,R.A. Nichkolson,
H.Lammans bunlardan bazılarıdır. Bu şahıslar farklı konuları ele alıp, farklı
sahalarda araştırmalarını yürütmüşler ve her biri kendi alanında İslam inancına
zıt ve çarpık bir takım tezler geliştirerek İslam dini hakkında şüpheler uyandırmak
istemişlerdir. Adı geçen bütün müsteşrikler-oryantalistler hep bu gayeye hizmet
için araştırma yapmışlar, hadis müessesesine, İslam tarihine, akıl-vahiy
münasebeti gibi konulara hep bu maksatla ele almışlardır.
ORYANTALİSTLERİN FİKİR VE ÇALIŞMALARININ İSLAM DÜNYASINA ETKİLERİ
Oryantalistlerin yukarıda değinmeye çalıştığımız bu tehlikeli ve hakikat dışı
fikirleri fazla zaman geçmeden Mısır ve diğer İslam ülkelerine yayıldı.
Özellikle sömürgecilerin kontrol ve işgali altındaki Mısır, bu tür fikir ve
düşüncelerin merkezi haline geldi. Dikkat edilirse yukarda kısaca tanıttığımız
Oryantalist/Müsteşrik’lerin hemen hepsi El-Ezher’de eğitim görmüş veya burada
doktorasını vermiştir. Zira o dönemin İslam ilimlerinin eğitim merkezi El-Ezher
idi. Bu sebeple buraya yönelmişlerdir. Hepsinin maksadı aynıdır. Ortadoğu ve
Hicaz Bölgesi’nde mevcut İslam inancına uymayan bâtıl bir itikat geliştirmek
suretiyle buraları Osmanlı’dan koparmak ve Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinden
çıkan bu toprakları başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin birer
sömürgesi haline getirebilmek. Fazla zaman geçmeden müsteşriklerin bu haince ve
gayri ma’kul fikirleri kendilerine modernist diyebileceğimiz Cemaleddin Efgani
(12), Muhammed Abduh(13) , Reşid Rıza(14), Seyyid Ahmed Han, Ali Abdurrazık,
Kasım Emin tarafından savunulmaya başlandı.
Mısır’da başlayan bu tartışmalar ve fikri karışıklıklar başta Pakistan ve
Hindistan olmak üzere bütün İslam âlemine yayıldı. Tanzimatla belirginleşen
Batılılaşma sürecinde, modernizm sandığımızdan çok daha fazlasıyla içselleşti.
Modernizm sadece zihinlerimizde değil elbette, çevremiz de önemli ölçüde
modernizm tarafından biçimlendirilmiş durumda. Hem çevresi hem de zihni
modernlikle biçimlenen aydınların (adlarının da ilhamlarının da Aydınlanma
Felsefesi’nden geldiğini de hatırlayalım) İslam’ın oryantalist yorumunu
akıllarına daha uygun görmeleri şaşırtıcı olmayacaktır. Bu nedenle
modernist/reformist ilahiyatçılar, oryantalistlerle/düşmanla işbirliği yaparak
kendi tarihine ve geleneğine savaş açmışlardır.
Müslümanların modernizm ile yüzleşmelerinden itibaren özellikle Mısır’da
Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh ile Hindistan’da Seyyid Ahmed Han
örneklerinde olduğu gibi İslam’ın tarih içinde oluşturduğu geleneğin sorgulanması
bahanesiyle Âlemlere Rahmet Hazret–i Muhammed (sav)’in sünneti tartışma konusu
edilmeye başlandı.
Efgani, Abduh ve Ahmed Han’ın projeleri “İslam ile Modern Uygarlık arasında
nasıl bir sentez yapabiliriz?” sorusunu eksen alıyordu. Daha açıkçası Efgani,
Abduh ve Ahmed Han modernizmi neredeyse tartışmasız bir veri olarak alıyorlar,
İslam’ı modernizme uygun olarak nasıl yorumlayacaklarının hesabını
yapıyorlardı. Modernizm’i eksen aldığı için bu akıma “İslam Modernizmi” ya da
“Modern İslam” deniyorsa da biz “Modernist ve reformist ilahiyat çizgisi” adını
daha uygun görüyoruz. (15)
Modernist ve reformist ilahiyatçılar, yorum alanlarını genişletmek amacıyla
öncelikle sünnetin dindeki işlevini ve bağlayıcılığını tartışmalar başladılar.
Güya usûl–u hadis, usûl–u fıkıh ve usûl–u tefsirde sünnetin rivayet, metin ve
yorum açısından kritiği yapılmamış gibi. Ancak mütevatir hadislerin dışında
kalan sünneti göz ardı eden bu ilk kuşağı şimdi “Kur’an” hakkında benzer
tartışmalara kalkışan yeni kuşak modernist ve reformist ilahiyatçılar almış
durumda. Daha açıkçası modernist ve reformist ilahiyatçılar artık açıkça
Kur’an’ın bağlayıcılığını tartışmaktalar. Hatta bazıları bir vahiy olarak
Hazret–i Kur’an’ın sıhhatı hakkında bile çeşitli kuşkular ileri sürmekte.
İlginçtir,
“Din”de taklidi hararetle eleştiren modernist ve reformist ilahiyatçılar
oryantalistlere öykünüyorlar.
Modernist ve
reformist ilahiyatçıların savunduğu temel görüşlerin daha önceden
oryantalistler tarafından savunulmuş olması bu öykünmenin yeterli bir kanıtı
olsa gerek.
Oryantalistlerin çoğunun İslam’ı incelerken izledikleri yaklaşım
“tarihsellik”(16) yöntem ise “hermenötik”tir. Modernist ve reformist ilahiyat
çizgisinin popüler önderi Fazlu’r–Rahman da “İslam” isimli yapıtında Hazret–i
Kur’an’ı incelerken yaklaşım olarak “tarihselliğin” yöntem olarak ise
“hermenötiğin” izlenmesinin kaçınılmaz ve vazgeçilmez olduğunu vurgular. Ve
üstadı oryantalistlerin izini sürerek Hazreti Kur’an’ı salt bir tarihsel bir
metin olarak ele almaya ve “Betti”nin hermönetiğini Hazret–i Kur’an’a
uygulamaya kalkışır. Tarihî ve edebî tenkit ile ilgili disiplinler XVIII.
Yüzyıl Aydınlanma Felsefesi’nin ürünüdür. T. Nöldeke’nin 1860’da yayınladığı
“Kur’an Tarihi” buna dayalıdır. Nöldeke’nin çalışması Batı’da Kur’an konusunda
en itibarlı eser olarak kabul edilmiştir. Goldziher, hermenötiği Hazret–i
Kur’an’a uygulamaya kalkışan öncü oryantalistlerdendir.Yukarıda belirttiğimiz
gibi bizde de Fazlu’r–Rahman aynı şeyi önermektedir.
Aslında
oryantalistlerin ve Fazlu’r–Rahman gibi modernist ilahiyatçılarımızın yaptığı,
XVIII ve XIX. yüzyılda tahrifata uğramış Kitab–ı Mukaddes’e uygulanan tenkid
yöntemini Kur’an’a uygulamaya kalkmaktır.
İlginçtir
buradan hareket eden Fazlu’r–Rahman, Salman Rüşdi ve Dinler arası diyaloğun
mimarlarından Watt gibi(17) “şeytan ayetleri iftirasını” savunmaktadır.
Watt,
“Muhammed Mekke”de adlı eserinde de bu hezeyanı genişçe işler. Watt’ı böyle
düşünmesine şaşmamak gerek. Watt’ın bu görüşünün arka planında bize göre iki
temel nedenden söz edebilir: ilki Watt’ın bir oryantalist olarak İslam’a olan
garazı. İkincisi ise genel olarak Hıristiyanlıktaki özel olarak
protestanlıktaki peygamberlik ve vahiy anlayışını İslam’a giydirmeye çalışması.
(18)
Oryantalistlerin İslam dünyasını da derinden etkileyen görüşlerinin Müslüman
kimlikli görünen kişilerdeki izdüşümü bizleri hayrete düşürmektedir. G. Von
Grunebaum, P. Hitti, S. Wensink, P. Casanova, R.A. Nichkolson, H.Lammans, İ.
Goldziher, J.Schacht gibi oryantalist/müsteşrik’lerin ilmî(!) fikirleri çok
geçmeden aynı lafız ve vurgulamalarla, yaşadıkları coğrafyalarda büyük âlim
diye addedilen Taha Hüseyin, Muhammed Abduh, Mahmud Ebu Reyye, Ali Abdurrazık,
Fazlurrahman, Ahmet Emin, M.Hüseyin Heykel, Y.Nuri Öztürk, Seyyid Ahmed Han,
Ahmet Akbulut gibi kişilerce savunulmaya başlanmıştır.
Biz yazı dizisinin bu bölümünde müşahhas örnekler vererek, bakalım
oryantalistler neleri iddia etmişler, bunun İslam dünyasındaki izdüşümü ne
olmuş konusuna açıklık getirmeye çalışacağız:
1-) Kur’an-ı Kerim’in beşeriliği iddiası: Oryantalistlere göre Kur’an ,
Hz. Muhammed’in Arabistan’da yaşadığı hayatın etkisi altında yazdığı bir
kitaptır.”Müsteşriklerin Şeyhi” ünvanlı İ. Goldziher, Kur’anın Hz.Peygamber’in
Yahudilik ve Hristiyanlık’tan rastgele derlediği bazı dökümanların yanı sıra
olup biten olaylara karşı tavrını gösteren tarihi bir malzeme olduğunu,
Kur’anın Hz.Peygamber döneminde tamamlanmadığını, daha sonraki nesillerin
tamamladığını iddia etmiştir.(19) Yine bu konuda meşhur oryantalist H.R.Gibb
şunları söylemektedir:”Muhammed yaratıcı her şahsiyet gibi bir taraftan
kendisini kuşatan dış çevrenin şartlarından etkilenirken, bir taraftan da
toplumda o gün yaşayan ve egemen olan inanç ve düşünceler arasında yeni bir yol
açmıştır..Başlangıçta Muhammed de yeni bir dine davetin sahibi olduğunu
bilmiyordu.Belki Mekke halkının O’na olan muhalefeti ve devam eden
düşmanlıkları Muhammed’i yeni bir din ilan etmeye götürmüştür..Kur’an, Araplar
için tamamen yeni bir şey değildir.İçindeki ahiret inancı, cennet ve cehennemle
ilgili ayrıntılarda tamamen Süryani Hıristiyanlığından alınmıştır…Muhammed’in
kitabı da Mekke’deki hayatın bir yansıması yahut ifadesidir…”(20)
Mısırlı Müslüman(!) yazar Taha Hüseyin de “Eş-Şi’rul –Cahili” adlı eserinde
aşağı yukarı aynı fikirleri savunmuş, Hz.Muhammedin yaşadığı dönemden
etkilenerek çözümler sunduğunu iddia etmiştir. Taha Hüseyin’e göre de Kur’an
Araplar için yeni bir şey değildir. Zaten Araplar o dönemde de kültür ve
medeniyette ileri seviyededir. (21)
Kur’an-ı Kerim’in beşeriliği iddiası, İslam dünyasında tutmayacağı için
oryantalistlerin peşinde giden İslam modernistleri, daha ziyade Kur’an-ı
Kerim’in tarihselliği(!) üzerinde durmuşlar, Kur’an ayetlerini hermönotik, yorumsama
vb. yöntemlerle devre dışı bırakmaya çabalamışlardır. Nitekim Fazlurrahman,
Kur’an’ın ahlâki denebilecek değerlerinin evrensel; siyaset, hukuk, ekonomi vs.
gibi konulardaki hükümlerinin ise tarihsel olduğunu, o dönem Araplarına has
olduğunu iddia etmiştir. Bakınız Fazlurrahman neler söylüyor: "Kur’an’daki
yasama ruhu, hürriyet ve sorumluluk gibi genel beşerî değerlerin, her zaman
yeni bir yaşama biçimine bürünmesi şeklinde açık bir yön ortaya koyduğu halde,
Kur’an’daki fiilî yasama, Kur’an’ın indirildiği o günkü Arap toplumunu,
başvurulacak bir örnek alarak almak zorunda kalmıştır. Bununla, Kur’an’daki
fiilî yaşamanın ezelî olduğu kastedilmiş olamaz. Bunun Kur’an’ın kadîm oluşu
ile de bir ilgisi bulunamaz. Durum böyle iken İslâm fakihleri ve kelamcıları
çok geçmeden meseleyi karıştırarak Kur’an’ın hukukla ilgili emirlerinin;
şartları, yapısı ve iç bünyesi ne olursa olsun herhangi bir topluma
uygulanacağını sanmışlardır.”(22)
2-)Sünnet ve
Hadis İle İlgili İddialar: İslam dini üzerinde az bir bilgi birikimine sahip
olan kimseler sünnetin dolayısıyla hadislerin dine kaynaklık etmedeki önemini
bilirler. Bu dinin merkez noktası ve dinin etrafında gezindiği eksen,
sünnettir. Sünnet Kur'an'dan sonra ikinci kaynak, hakikatin güneşi ve hidayetin
kaynağıdır ve bu konuda bütün Müslümanlar ittifak halindedir. (23)
Sünnet ve
hadis kelimeleri, usulcüler arasında farklı tanımlar yapılmasına rağmen
çoğunlukla birbirleri yerine kullanılırlar. Bir farkla ki hadis peygamberimizin
peygamberlik dönemini kapsadığı gibi peygamberlikten önceki hayatıyla ilgili
haberleri de kapsar(24). Bir başka deyişle sünnet, hadislerin, yani peygamber
asrından nakledilegelen bilgilerin kanunlaşmış şeklidir.
Sünnetin konumu bu olunca, İslam düşmanları hadisler üzerinde,
hadislerin delil olarak kullanımında ve güvenilirliğinde bir takım
şüphe tohumları ekmeye başladılar. Kur’an-ı Kerim hakkında yaptıkları çalışmalardan
elle tutulur bir fayda sağlayamayan oryantalist/müsteşrik’ler daha ziyade bu
konulara kafa yormaya başladılar… Başarılı oldukları da söylenebilir. Sünnet ve
hadis noktasındaki görüşleri, başta modernistler olmak üzere birçok ilim
adamınca savunulmaya başlandı.
Bu konuda önce oryantalistlerin fikirlerini, sonra da İslam modernistlerinin
fikirlerini serdedelim ki, yukarıda söylediğimiz kanaat doğru mudur yoksa
yanlış mıdır, karar sizlerin…
İ. Goldziher’e göre hadis olarak kitaplarda rivayet edilen haberlerin Hz.
Muhammed’le doğrudan bir ilgisi yoktur; bu rivayetler İslam’ın birkaç asır
devam eden oluşum süreci içinde bu sürece katılan siyasi, ictimâi, iktisâdi vb.
birçok faktörün belgeleridir. Bu bakımdan hadisler, İslamiyetin zuhuru ile
ilgili değil, fakat daha sonraki devirlerde, bu dinin inkişafı ile ilgili
vesikalardan ibarettir…(25) Goldziher’e göre her türlü mezhep, siyasi eğilim ve
fırkaya mensup Müslümanlar kendi hoşlarına giden şeylerin yanında, başta
Yahudilik ve Hristiyanlık olmak üzere çeşitli din ve kültürlerden aldıkları
fikir ve sözleri bazen tanınamayacak kadar değiştirerek Peygamber’e
söyletmişler ve bunu hadis olarak rivayet etmişlerdir.(26)
İ. Goldziher’in bu temelsiz ve ilmî dayanaklardan uzak bu görüşlerini kendine
dayanak kabul eden ve hadis alanında fikir(!)leriyle ölçü alınan Joseph Schacht
ise, fıkıhla ilgili hadislerin sahih olmadığını, bunların çoğunun üçüncü asır
Müslümanlarının görüşlerini yansıttığını söyler. Daha da ileri giderek,
Sahabe’den ve Tabiun’dan gelen fıkhî hadislerin, Peygamber’e nispet
edilenlerden daha erken ortaya çıktıklarını savunur.(27)
Yukarıda serdettiğimiz oryantalist/müsteşriklerin temelsiz ve ilmî
dayanaklardan uzak bu görüşlerine “ mal bulmuş mağribi” gibi sarılanlar yine
İslam modernistleri olmuştur. Üzücü olan Müslümanların hadislerle irtibatını
kesmek için çaba sarf edenlerin sadece oryantalistler olmaması, Müslümanlardan
batılılaşmış bir grup insanın da bunlara katılması ve bu zalimce eyleme
bulaşmış olmasıdır. Bu insanlar halkın cahil bırakılmış olmalarından
faydalanmak suretiyle, kavram bilgisinden yoksun olan insanlara doğru yanlış
birçok bilgi sunmuş, tartışmalı birçok konuyu hakikat diyerek takdim
etmişlerdir.
Gelelim İslam dünyasına…1800’lü yıllarda Mısırda başlayan tartışmalar, başta
Hind yarımadası olmak üzere alevlenerek tüm İslam memleketlerine yayılmıştır.
Dikkat edilirse, o yıllarda Mısır ve Hindistan İngilizlerin işgali altındadır.
Sömürgeciler, Hz.Peygamber’in Sünneti’ne savaş açma zarureti hissetmişlerdir.
Çünkü Sünnet’i teşrî alanından uzaklaştırmanın ve bu sahadaki konumuna şüphe
sokuşturmanın neticesinde Kur’an’a müdahalede bulunmak, çok daha kolay hale
gelecektir. Sömürgeci güçler(özellikle Hind yarımadasında), cihadla ilgili
hadisleri ve bazı sünnetleri inkara yeltenen Ehl-i Kur’an adlı bir grup
oluşturdular.(28)
Mısır, bulunduğu konum ve müsteşriklerin özel ilgisi sebebiyle, bu tür
tartışmaların orta yerindedir. İlk önce bu görüşlerin yaygınlaşmasını Müslüman
iken Hristiyan olan sonra tekrar Müslüman(!) olan Mirza Bakır yapar. Arkasından
Dr.Tevfik Sıdkî, Reşit Rıza’nın çıkardığı el-Menar dergisinde “El-İslâmu Huve’l
Kur’ânu Vahdeh( İslam Kur’an’dan ibarettir)” başlığını taşıyan bir makale yazar
ve burada Sünneti külliyen reddeder. Tevfik Sıdki’yi Ahmed Emin takip eder.
Bilhassa İ. Goldziher ve Brockelmann’dan etkilenen Ahmed Emin, Sahih-i Buhari
ve Müslim’deki bir çok hadisin uydurma olduğunu, muhaddislerin metinden ziyade
isnad’a baktıklarını iddia eder. M.Abduh ve Reşit Rıza diğerleri kadar da
açıktan olmasa da bu tür görüşlere destek olmuşlardır. Bu iki yazar, Sahabenin
sünneti Kur’ân gibi kalıcı olur endişesiyle yazmadıklarını, kavlî sünnetinde
belge değerinde olmayacağını dolayısıyla sıhhatinde şüphe olabileceğini iddia
eder. Bu babtan olmak üzere o ikisine göre; İsa (a.s)’nın ahir zamanda nüzulü,
Deccal ve Cessâse, Resûlullah’a (sallallahü aleyhi vessellem) büyü yapılması,
mi’raç vb. hadisler, âhâd olduklarından ve akla ters düştüğü iddiasıyla inançta
hüccet olmazlar.(29)
Bütün bu tartışmalardan Sünnet etrafında (oryantalistlerin teşvik ve
fikirleriyle) meydana gelen şüpheleri bir araya getirip derleyerek bir kitap
yazmak da Mahmud Ebu Reyye’ye nasip olmuştur(!). O’nun dilimize “Muhammedî
Sünnetin Aydınlatılması” ismi ile çevrilen “Adva ale's-Sünnetil-Muhammediyye”
adlı eseri baştan beri anlatmaya çalıştığımız tartışmalardan ortaya çıkan
şüphelerin bir derlemesidir. Ebu Reyye bu eserinde oryantalist/müsteşrik’lerin
fikirlerini aynen tekrar etmiştir, hatta boynuz kulağı geçer misali tezviratta
müsteşrikleri dahi geçmiştir. (30)
Şimdi de büyük âlim diye lanse edilen Fazlurrahman’ın sünnet ve hadis
noktasındaki görüşlerine bakalım: Fazlurrahman şöyle demektedir:”İlk dönemlerde
hadislerin büyük bir kısmı nebevî hadislerin tabii olarak az olması sebebiyle
Hz.Peygambere değil de sonraki nesillere dayanmaktadır..Gerçekten de hadis,
bizzat Müslümanlar tarafından ifade ve görünüşte Hz.Peygambere isnad edilmiş
özdeyişlerin toplamıdır..Nebevî Sünnetin içeriğini tarihen ve açık bir şekilde
saptamak ve belirlemek imkansız bulunmaktadır…”31
Fazlurrahman’ın görüşleriyle ilgili 2 cilt kitap yazmış olan Ebubekir Sifil,
bakınız bu konuda şunları dile getiriyor: Hadislerin büyük çoğunluğunun Hz.
Peygamber (s.a.v)'den sonra ortaya çıktığını iddia eden Fazlur Rahman, bizzat
Müslüman alim, kadı ve yöneticiler tarafından yürütüldüğünü söylediği
"hadis formüle etme" faaliyetinin, "hadis uydurmak"
olmadığı görüşündedir. Gerekçesi de şudur:"Dikkat edileceği üzere, biz
Hadis'i genelde tam olarak tarihî (yani Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait) kabul
etmemekle birlikte onunla ilgili olarak "Mevzu" ya da
"Uydurma" terimlerini kullanmadık; ama onun yerine "ifade
etme-formüle etme" terimini kullandık. Çünkü Hadis, söz olarak Hz.
Peygamber'e ulaşmasa da, ruhu kesinlikle ulaşmaktadır."(32)
Burada İslamî kaynaklara kesinlikle onaylatılamayacak bir iddialar demeti göze
çarpmaktadır:1. Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait olan hadisler "tabii
olarak" azdır.2. Hadis külliyatının büyük çoğunluğu sonraki nesiller
tarafından formüle edilmiştir.3. Hadisi "formüle etmek"le
"uydurmak" arasında fark vardır.
Birinci maddedeki "tabii olarak" ifadesini tırnak içine almamız
sebepsiz değildir. Zira Fazlur Rahman'a göre Hz. Peygamber (s.a.v) esasen çok
gerekmedikçe insanların işine karışmayan, hatta "içine kapanık, çekingen
ve –yakışıksız bir durum sergilediği hakkında herhangi bir kanıt yok ise de–
kadınlardan hoşlanan birisidir.(33)
Buradaki peygamber telakkisi, bir "Müslüman"ın değil, daha çok
İslam'a karşı önyargı ve kin duygularıyla kalem oynatan bir müsteşrikin
kaleminden çıkmış gibidir ve –herhangi bir kaynağa dayanması şöyle dursun– tamamen
vehim ve hayal ürünüdür.
İkinci maddede yer alan iddia, yine müsteşriklere ait bir iddia ile karşı
karşıya olduğumuzu gösteriyor. Hatta bu, Herald Motzky gibi çağdaş bir
müsteşrikin, Goldziher ve Schact'a güçlü delillerle itiraz ettiği en önemli hususlardan
birisidir. Bugün artık bu konunun ciddiye alınabilir bir yanının olmadığını bir
müsteşrik bile söyleyebiliyorken, İslam kaynaklarından asla refere edilemeyecek
böylesi iddialara tutunmak Müslüman araştırmacılar için "zul"
olmaktan başka bir anlam ifade etmez.
Üçüncü maddeye gelince, tam anlamıyla traji-komik bir iddiadan ibarettir. Zira
uydurma hadisler hakkında kaleme alınmış onlarca eserden herhangi birisinde bir
kısım hadisler için Hadis imamlarından nakledilen "Anlam olarak doğrudur,
ama Hz. Peygamber (s.a.v)'e aidiyeti sabit değildir" gibi ifadelere
rastlamak son derece kolaydır. Tek başına bu durum bile Fazlur Rahman'ın,
"hadis formüle etmek"le "hadis uydurmak" arasında fark
bulunduğu yolundaki sözlerini ve bu sözlerin gerekçelerini tamamıyla geçersiz
kılmaktadır. (34)
Dikkat edilirse müsteşrik/oryantalist ilim adamlarıyla, İslam modernistlerinin
Sünnet/hadis noktasındaki görüşleri büyük oranda
örtüşmektedir.
3-) Sahabe
Ve Alimlerle İlgili Batıl İddialar: Müsteşrikler, sünnet ve hadis üzerindeki
çalışmalarını raviler üzerinde yoğunlaştırmış, sahabeye varıncaya kadar dil
uzatarak bir kısım ravilerin rivayet ettikleri hadislerin güvenilir
olmadıklarını iddia etmişlerdir. Okuyucunun bu bilgileri tahlil edebilmesi
mümkün olmadığından, iddia sahipleri, rical ve tabakat kitaplarında yan yana
bulunan bilgilerden sadece bir kısmına yer vermek suretiyle okuyucunun yanlı
yönlenmesine sebep olmuş ve böylece bir çok değerli insanı kendi şöhretleri
uğruna tarihte mahkum etmişlerdir. En çok hadis rivayet eden değerli sahabe Ebu
Hureyre (r.a.) bunlardan sadece birisidir. Bir hadis yok etmek için yıllarını
harcayanlar işin kolayını bulmuşlar, bir Ebu Hureyre(r.a.) 'yi yok etmek
suretiyle binlerce hadisi yok etmek istemişlerdir. Nitekim Hadis üzerine
yaptığı çalışmalarla öne çıkan Şarkiyatçı Sprenger (v. 1893), Allah Rasülü
(s.a.v.) ’nü anlattığı eserinde, Ebu Hureyre(r.a.)’den; aşırı dindarlığı
sebebiyle hadis uydurmaktan çekinmeyen bir yalancı olarak bahseder. Dayanılmaz
bir İslam düşmanı olan Ignaz Goldziher (v. 1921) ise, Ebu Hureyre(r.a.)’nin
Emeviler’in çıkarları doğrultusunda hadis uydurduğunu iddia eder.(35)
Yine İtalyan müsteşrik Caetani, Ebu Hureyre(r.a.)’nin “kelimenin tam
anlamıyla” yalancı olduğunu, rivayetlerine tabiat üstü ursurlar ve hayali
şeyler karştırdığını , Tevrat ve İncilden cümleler alarak bunları Hz.
Muhammed’e mal ettiğini , kendisine nisbet edilen hadisleri ya kendisinin veya
kendisinden sonra gelen talebelerinin uydurduğunu iddia etmiştir.(36)
Oryantalizmin
Ebu Hureyre (r.a.) hakkında ürettiği mesnetsiz iddiaların temelinde O büyük
sahabinin şahsında bütün hadis mecmualarının sıhhatini lekelemek vardır.
Kemiyyet itibariyle Ebu Hureyre (r.a.) rivayetlerinin ciddi bir yekün tuttuğu
hadis kitapları, O’nun yalanla itham edilmesiyle itibar kaybına uğrayacak,
neticede mesailinin çoğunluğunu hadisle temellendiren fıkıh ve kelam gibi
İslami Disiplinler büyük bir sarsıntı yaşayacaktır. Şia’nın hadis hususunda
irtikap ettiği tahrifata verdiği mukni cevaplarla büyük bir boşluğu dolduran
İmam-ı Rabbani Hazretleri bu noktada şunları söylemektedir; “Ebu
Hureyre(r.a.)’yi karalamak şer’i hükümlerin yarısını da inkar etmek anlamına
gelmektedir. Çünkü şer’i hükümlerle alakalı üç bin hadis vardır. Bunların bin
beş yüzü Ebu Hureyre(r.a.)’nin rivayetine dayanmaktadır.[37]
Oryantalizm’in Ebu Hureyre(r.a.) çevresinde oluşturduğu şüpheler kısa zamanda
İslam coğrafyasında makes bulmuştur. Her hususta oryantalistleri takip eden
İslam modernistleri bu hususta da, müsteşriklerin hezeyanlarını ilmi gerçekler
gibi savunmuşlar, hatta Ebu Hureyre(r.a.) düşmanlığında oryantalistleri
sollamışlardır. Bazı Müslüman(!) müellifler Ebu Hureyre(r.a.)’yi tenkit
modasına katılmakla kalmamış, O’nunla alay etmişlerdir. “Şeyhu’l-Madire”[38]
gibi şen’i bir yakıştırma maalesef ki Müslümanlık iddiasında bulunan bir yazara
aittir.
Oryantalizmle yeni bir hal alan Ebu Hureyre(r.a.)’yi tenkit cereyanı, İslam
dünyasında Şii müellif Abdulhuseyn Şerefuddin el-Amili, talebesi Muhammed Ebu
Reyye ve Mısırlı yazar Ahmed Emin gibi müelliflerle temsil imkânı bulmuştur.
İlk aşamada tenkitlerin Oryantalistlere ait olduğunu itiraf eden “reddi
mirasçılar” ciddi tepkilerle karşılaşınca hezeyanların tamamiyle kendilerine
ait olduğunu iddia etmişlerdir. Böylece, işbirlikçi olmadıklarına Müslümanları
inandıracaklardı. Bu noktada Mustafa es-Sibaî şunları nakletmektedir: “Hicri
1360 (miladi 1939) yılında Ezher’de İmam Zühri hakkında münakaşa patlak
verdiği zaman Sünnet düşmanı Ahmed Emin, Ali Hasan Abdulkadir’e İslam’ı tahrif
ederken nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini tenbihlerken şu hususa dikkat
çekmişti: Oryantalistlerden aldığın görüşleri açıkça onlara nisbet etme, Ezher
Ulemasına isnat et, kendi hususi araştırmalarının neticesi olarak göster. Yeni
yaklaşımlara, onlarla kontakt kuranları rahatsız etmeyecek derecede şeffaf
maskeler geçir. Tıpkı benim “Fecru’l-İslam” ve “Duha’l-İslam” kitaplarında
yaptığım gibi…”[39]
Mu’tezile ve Şia ile başlayan Ebu Hureyre(r.a.) karşıtlığı Sünnet ve Cemaat
Âlimlerinin mukni cevapları haiz eserleriyle tesirsiz hale getirilmişti.
Batının siyasi nüfüzunu arkasına alarak İslam’a saldıran Oryantalizmin
tetiklenmesi ile hastalık yeniden nüksetti. Bugünse şifa bulmaz bir illet
olarak mikrop salmaya devam etmektedir. Elhamdulillah, bütün bu batıl
hezeyanlara ilmî cevaplar verilmiştir ve verilmeye devam etmektedir.(40)
Daha önceden zikrettiğimiz üzere, sahabe ve alim
düşmanlığında oryantalistleri sollayan modernistler Hz. Ömer döneminde Müslüman
olan ve Ebu Hureyre ile arkadaşlığı olan Ka’bul Ahbar’ı da dillerine
dolamışlardır. Ka’bul Ahbar(41) , Yemen Yahudilerinden olup, Tevrat hakkındaki
geniş bilgisiyle meşhur olmuştur. Peygamber Efendimizin (asm) vasıflarını
kutsal kitaplarından öğrenip Müslüman olmuş ve çevresindeki Yahudi âlimlerini
de ikna etmeye çalışmıştır. Ehli Kitap ravilerinin (nakledicilerinin) en
güvenilir olanı kabul edilmiştir. Ka'b, aralarında Hazreti Ömer'in de bulunduğu
sahabelerden öğrendiği hadisleri rivayet etti. Naklettiği hadisler Ebu Davud,
Darimi, Tirmizi ve Malik'in eserlerinde yer almaktadır. Kendisi sahabelerden
istifade ettiği gibi, sahabe ve tabiin de kendisinin bilgi ve birikiminden
istifade ettiler. Hazreti Ömer (ra), Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Abbas,
Ebu Hüreyre ve Muaviye (radıyallahu anhum) kendisinden istifade eden
sahabelerdir. Ayrıca tabiinden bazıları da kendisinden öğrendikleri hadisleri
naklettiler. Buna rağmen, M. Reşit Rıza, Ka’bul Ahbar ‘ı dini tahrip maksadıyla
İsrailiyata dair rivayetleri dine sokuşturduğu şeklinde itham etmiş ve Kab’ı
muteber sayan âlimleri yanılıp aldanmakla suçlamıştır.(42)
Ka'b'ın
güvenilirliği ve kişiliğiyle ilgili tartışmalar günümüze kadar gelmiştir.
Aralarında Hazreti Ömer (ra) gibi büyük sahabelerin kendisinden istifade
ettiği, öğüt ve tavsiyelerinden yararlandığı şeklindeki rivayetlerin yanında;
naklettiği şeylerden vazgeçmediği takdirde, Medine dışına sürülmekle tehdit
edildiği de ifade edilmektedir. İbn Mesud, rivayetlerinde yer verdiği bazı
hususlardan dolayı Ka'b'ı eleştirmiştir. Diğer taraftan Ebu Derda'nın görüşünü
nakleden İbn Hibban ise bilgili bir âlim olduğu, geniş bilgisi konusunda
ittifak bulunduğuna yer vermektedir. Ayrıca, biyografisi üzerinde çalışma yapan
Zehebi, engin bilgi ve dindar kişiliğine vurgu yaparken, Ka'b'ı yalanlayıcı her
hangi bir beyana yer vermemiştir. Bunların dışında başka müellifler de kendi
eserlerinde Ka'b'a geniş yer vermekle, ona büyük önem ve değer verdiklerini
göstermişlerdir.(43)
Nihayeten
şunu söyleyebiliriz: Batılı oryantalist/müsteşriklerin yanlı ve ilmiyetten uzak
çalışmaları meyvalarını vermiş, bir iki asırdır batı ve müsteşrikler karşısında
aşağılık duygusuna kapılan birtakım Müslüman ilim adamları da meseleye böyle
bir kompleks içinde kısmen müsteşriklerin oyununa gelmişler ve dini ifsad
yarışına girişmişlerdir.
HATİME
Yaptıkları
çalışmalar ve ileri sürdükleri fikirlerle İslam dünyasını (özelde İslam
modernistlerini) etkileyen Oryantalizm/İstişrak hareketi hakkındaki yazı
dizimizin sonuna gelmiş bulunmaktayız. Kısaca toparlayacak olursak;
1- Oryantalizm; Müslüman doğu medeniyetinin (din, edebiyat, dil ve
kültürü içine alacak şekilde) bütün unsurlarını inceleyerek İslam dünyası
hakkında batılıların sistematik bir bilgiye sahip olmalarını sağlayan, İslam ve
Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde
etmeye çalışan bir akımdır. Oryantalizmin Arapça karşılığı “İstişrak”tır.
İstişrak ile ilgilenen kişilere de Müsteşrik denilir.
2-
Oryantalizm, Batı’nın Doğu üzerinde tahakküm kurmak, kendi çıkarlarına göre
yeniden yapılandırmak amacıyla geliştirdiği bir yoldur. Bir oryantalist bu
durumu şöyle ifade eder: “Oryantalistlere güven duyulmamasının sebeplerinden
biri ‘ne yaptıkları’dır. Milletleri araştırır, ne olduğunu, nasıl konuştuğunu,
tarihini, dilini ve dinini, her şeyini öğrenir ve size anlatırlar. İnsanlara bu
milletlerle ilgili konularda nasıl düşünmeleri gerektiğini salık verirler. O
zaman bu, bir çeşit siyasî kontrol aracı olabilmektedir. Çünkü eğer siz bir
toplumu bu kadar tanıyorsanız, bu bilginizi onları kontrol etmek ve onlardan
bir şeyler kazanmak için kullanabilirsiniz. Bu tür şeyler oldu. Bu bir
gerçektir.”
3-
Oryantalizmin kuruluşunun arkasında duran ve uzun zaman boyunca hiç ayrılmadığı
dinî hedefleri şu şekilde sıralanabilir:
a)Hz.Muhammed
(s.a.v.)’in risaletinin doğruluğu hakkında şüphe uyandırmak ve hadislerin
Müslümanlar tarafından ilk üç asırda uydurulan sözler olduğunu iddia etmektir.
b)Kur’an-ı
Kerim’in yüce Allah kelamı olduğu hakkında şüphe uyandırmak ve Kur’an’ı
kötülemek.
c)İslam
fıkhının değerini küçük göstermek, İslam fıkhının Roma hukukundan alınma olduğunu
ileri sürerek bunu pekiştirmek.
d)Arapçayı
küçük düşürüp, anlaşılmaz olduğunu iddia etmek.
e)İslam’ın,
Yahudi ve Hristiyan kaynaklarına dayandıklarını ileri sürmek.
f)Misyonerlikle
Müslümanları, Hristiyanlaştırmak.
g)Zayıf
haberlere ve uydurma hadislere dayanarak görüş ve teorilerine güç kazandırmak.
4-
Oryantalistlerin İslam dünyasını da derinden etkileyen görüşlerinin Müslüman
kimlikli görünen kişilerdeki izdüşümü bizleri hayrete düşürmektedir. G. Von
Grunebaum, P. Hitti, S. Wensink, P. Casanova, R.A. Nichkolson, H.Lammans, İ.
Goldziher, J.Schacht gibi oryantalist/müsteşrik’lerin ilmî(!) fikirleri çok
geçmeden aynı lafız ve vurgulamalarla, yaşadıkları coğrafyalarda büyük âlim
diye addedilen Taha Hüseyin, Muhammed Abduh, Mahmud Ebu Reyye, Ali Abdurrazık,
Fazlurrahman,Ahmet Emin, M.Hüseyin Heykel,Y.Nuri Öztürk, Seyyid Ahmed Han,
Ahmet Akbulut gibi kişilerce savunulmaya başlanmıştır.
5-
Müsteşrikler Kur'an, Sünnet, Peygamber'in hayatı, Fıkıh ve Kelâmın her
konusunda araştırma yaptıkları gibi; Sahabenin, Tabiinin, Müctehid imamların,
Fakihlerin, Hadisçilerin, hadis ravilerinin, Cerh ve Tadil ilminin, rivayet
sahiplerinin hepsine temas eden çalışmalar yapmışlar, Sünnetin delil olup
olmayacağı, tedvin şekli ve İslâm hukukunun kaynağı konularını
araştırmışlardır. Bütün bu araştırmalarını şüphe davet edici bir üslup ile
yapmışlardır. Yaptıkları tek şey bu konularda derin görüşleri olmayan kişilerin
İslâm konusundaki görüş ve inancında büyük sarsıntılar meydana getirmektir.
6-
Müsteşriklerin yukarıda saydığımız çalışmaları neticesinde, İslam dünyasında
bir takım fikrî ve akidevî karışıklıklar ortaya çıkmış, batı dünyası karşısında
kompleksli bir aydın sınıfı oluşmuş ve İslam’ın temel sabiteleri çiğnenerek
Kur’an ve sünnet’ten uzak, her şeyi akla göre yorumlayan bir İslam anlayışı
kitlelere yayılmıştır.
7-Oryantalistler
kendilerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirmişler ve misyonlarını
tamamlamışlardır. Demokratik İslam, Ilımlı İslam, dinlerarası diyaloğ,
medeniyetler buluşması gibi terim ve kavramlar bize oryantalizmin hediyesidir.
A.B.D. öncülüğünde 19. yüzyıl oryantalizminin yeniden doğuşuna tanıklık
ediyoruz. İslam'ın, Müslümanların ve İslam coğrafyasının ABD çıkarlarına göre
düzene sokulmasını hedefleyen bu süreç, Kur'an'ın tahrif edilmesine kadar devam
edecek. İncil, Tevrat ve Kuran'ın karışımından oluşan 77 surelik "Gerçek
Furkan" adlı "kutsal kitap" çalışmasından, Amerikalı kadın
Profesör Amina Wadud'un New York'taki St. John The Divine Katedrali'nde Cuma
namazı kaldırmasına ve yeni bir İslam'ın öncülüğüne soyunmasına, Fas'tan
Endonezya'ya uzanan her ülkede İslam-demokrasi sempozyumlarının yine ABD ve
Batılı istihbarat kuruluşları tarafından organize edilmesine kadar, yüzlerce
örnek, yukarıda aktarılan genel stratejinin birer göstergesi olmuştur.(44)
Çalışmamız, oryantalistlerin kirli planlarının ortaya çıkmasına ve okuyucunun
bu konuda bilgilenmesine yardımcı olmuşsa kendimizi bahtiyar sayarız.
Sözlerimizin başı ve sonu; Âlemlerin rabbi olan Allah(cc)’a hamd etmektir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
DİPNOTLAR:
(1) Rahip
Samuel Zwemer tarafından misyonerlere yönelik bir konferans da söylenmiştir.
İlkadım Dergisi, Mayıs 2004 sayısı
(2) Rahip Louis Massignon tarafından söylenmiştir. İlkadım Dergisi Mayıs 2004
(3) Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Yayınlayan: Milletlerarası
İslam Gençlik Konseyi, s.135, Risale Yayınları, İstanbul–1990
(4) Edward Said, Oryantalizm, çev:Selahaddin Ayaz,s.15-16, Pınar Yay., ist-1991
(5) Maxime Rodinson, Oryantalizmin Doğuşu, çeviri: Ahmet Turan Yüksel, Marife
Dergisi, Kış–2002
(6) Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, s.137
(7) Ali Rıza Bayzan, Oryantalizm ve Dinde Reform Meselesi–1
Kaynak:www.bayzan.net
8-) Günümüz Din Ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Hazırlayan: Milletlerarası
İslam Gençlik Konseyi, Çeviri: Kemal HOCA, s.137–138, Risale Yayınları,
İst-1990
9-) Osman CİLACI, Hristiyanlık Propagandası Ve Misyonerlik Faaliyetleri, s.23,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara–1992
10-)Ebubekir SİFİL, İslâm ve Modern Çağ, s.143,Kayıhan Yay.,İst-2004
11-)Hayatı hak. Bak: Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.14, s.102–111, İst–1996
12-) Cemaleddin Efganî, İran'ın Esedâbâd şehrinde doğdu. Necef medreselerinde
tahsil gördü. Pek çok dil bilirdi. Son derece hareketli bir yapısı vardı. Daha
sonra siyasî işlere bulaşmış, Mısır hükümeti kendisini sürgün etmiş, o da
Paris'e giderek, orada Mısırlı ögrencisi Muhammed Abduh ile birlikte
"el-Urvetü'l-Vüskâ" adlı bir gazete çıkarmıştır. Bilahare İstanbul'a
davet edilmiş, burada yaptığı bir konuşmadan dolayı devrin âlimleri tarafından
tenkid edilmiş ve İstanbul'dan kovulmuştur. Efganî, masonluğa intisab etmiştir.
Hatta İngiliz belgelerine göre bir ilâha inanmayı şart koşan İskoç Mason
Locası'na üye iken, buradan Allahsızlık ithamıyla kovulmuş, o da Allahsızlığın
makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası'na reis olmuştur.( Alaaddin
Yalçınkaya, Cemaleddin Efgani, İstanbul 1991, Osmanlı Yayınları, s. 131–132;
Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hakkında Makaleler, İstanbul 1416/1996, s.21)
Taraftarlarınca Efgani'nin masonluğu, davası uğruna yaptığı -ne davasıysa- bir
iş olarak yorumlanmışsa da konunun ehlince yapılan tenkidlerle bunun bir
safsata olduğu anlaşılmıştır.
II.Abdulhamid Han'ın Efgani'yle ilgili söylediği şu sözlere bakarsak Efgani'nin
nasıl birisi olduğu daha iyi anlaşılacaktır: "...Hilafet'in elimde olması
sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle Cemaleddin
Efgani adlı bir maskaranın elbirliği ederek İngiliz hariciyesinde
hazırladıkları bir plân elime geçti... Cemaleddin-i Efgani'yi yakından
tanırdım. Mısır'da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik
iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Buna
muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizler'in adamı ve çok muhtemel
olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal
reddettim. Bu sefer Blund'la işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul'a çağırttım...
Bir daha İstanbul'dan çıkmasına izin vermedim."( Abdulhamid Han, Sultan
Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı),
Pınar Yay., s. 73
13-) Muhammed Abduh Mısır’da doğmuş, Ezher’de yetişmiş ve İskenderiye’de
ölmüştür. Efgânî’nin öğrencisidir. O da üstadı gibi mason olmuş, maddî
mucizeleri inkar etmiş, sahih hadislere uydurma damgası vurmuş, Kadir gecesi
gibi mübarek gecelerin hiçbir kıymeti olmadığını iddia etmiştir. Bütün bu
iddiaları tek tek ele alınmış ve yanlışlığı ortaya konulmuştur. Abduh
gibilerinin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanınında İngiltere’nin
Mısır sömürge valisi Lord Cromer’in söylediği şu söz ibretliktir: “Kuşkusuz
İslâmî reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit
vaadediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine
lâyıktırlar.” ( M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslâm Dünyasına Girişi, Trc.
S. Özel, İstanbul 1986, İnsan Yayınları, s. 91–92 (Cromer’in 1905 yıllığının 7.
maddesinden naklen).
Büyük âlim merhum Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Abduh’la ilgili şunları
söylemiştir: "... Şeyh Muhammed Abduh’a isnad olunan ıslahata gelince
hülasası şudur: Şeyh din sahasındaki sarsılmaz vukufundan Ezher’i sarsıp
ayırmış, mensubînini(mensuplarını) bu suretle lâdînîliğe(dinsizliğe) doğru
geniş hatvelerle yürütmüştür. Fakat dinsizleri, dindarlığa doğru bir hatve bile
attıramamıştır. Üstadı Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e idhâl(sokan) eden
odur.”( Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfu’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Alem, Beyrut 1314
(3.Baskı), c. I, s. 133; Tercüme: İbrahim Sabri Efendi (Yazma), c. I, s.
111’den naklen Muhammed Reşad, s. 28.)
Muhammed ABDUH’un fikir ve görüşleri için bak: Ebubekir SİFİL, Muhammed
ABDUH'un Bazı İtikadi Görüşleri adlı makale, www.ebubekirsifil.com/makaleler
14-) Aslen
Bağdatlı olan Reşid Rıza, Trablus ve Şam’da okumuştur. Abduh’un talebesidir. O
da üstadı gibi mucizeleri inkâr etmiş, hadislerle ve icmâ ile hükmü kesinleşmiş
pek çok meseleyi reddetmiştir.( Reşid Rıza’nın bozuk görüş ve fikirlerinin
isabetli bir tenkidi için bkz. Hasib es-Samarrai, Dinî Modernizmin Üç
Şövalyesi, (Trc. Ali Nar-Sezai Özel), İstanbul 1419/1998, Bedir Yayınları, s.
149-264
15-) Bkz:Ebubekir SİFİL, Modern İslam Düşüncesinin Fikri Ve Toplumsal
Tahribatı, www.ebubekirsifil.com/makaleler,
16-)Tarihsellik, sosyal bilimlerde farklı tanımsal çerçeveleri olan bir
kavramdır. Son zamanlarda bütün sosyal bilimleri içeren ve hatta onların
üstünde telâkki edilen anlamının ötesinde tarihsellik, mesajın belli bir
mekânda ve belli bir zamanda, yani “belli bir tarihsel durum”da dile gelmesine
vurgu yapar; bu da bütün zamanlar, birbirinden farklı beşerî ortamlar ve
özellikle aktüel dünyamızda karşılaştığımız sorunların anlaşılması, teşhis
edilmesi ve bir çözüme kavuşturulması açısından ifade ettiği anlamla ilgili
olarak kullanılmaktadır. Fazlurrahman’dan başlayıp Muhammed Arkoun, Hasan
Hanefi, Roger Garaudy ve Nasr Ebû Zeyd, Muhammed Âbid el–Cabiri ve başkalarının
pek de itibar ettiği bu “yeni okuma biçimi” –daha çok ilâhiyatçılardan
müteşekkil dar bir çevrede konuşuluyor olsa bile– henüz yeterince tanımlanmış,
çerçevesi çizilmiş ve usûl olarak Kur’ân’a uygulandığında ne türden sonuçlar
vereceği test edilmiş değildir.
Genel anlamda kullanıldığında tarihsellik, tarihsel olanın “tarihsel bir
durum”u ifade etmesi, anlamın bu durumla sınırlı olması ve bugün için
geçerliliğini kaybetmesi demektir. En kestirme ifadesiyle, bir şeyin tarih
içinde ortaya çıkmış olması, tarih bağımlı tabiatı dolayısıyla tarih–üstü ve
tarih–dışı olmaması demektir. Bu kısa tanımsal çerçeve içinden “Kur’ân’ın
tarihselliği”nden söz ettiğimizde, anlamamız gereken, Kur’ân’ın belli bir
tarihe ve belli bir tarihsel duruma âit olarak ortaya çıktığı ve hiçbir zaman
tarih üstü ve tarih dışı bir anlam bütününe sahip olmadığı hususudur.
17-) Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, s. 40; aynı yazar, “Hazret–i Muhammed”
İslam Tarihi, Kültür ve Medeniyeti, Ed., P. M. Hol, A. K. S. Lombton, B. Lewis,
çev., Kurul, İst.–1988, Hikmet yay., I/51 vd. (Çeviren ve yayınlayanların bu
iftiraya karşı bir not düşme zahmetine katlanmamış olmaları gerçekten esef
vericidir.)
Fazlurrahman’ın bu ve benzeri görüşlerinin tenkidi için
bak:Ebubekir SİFİL,Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi-2, Kayıhan Yay.,İst-1999
18-) Hıristiyanlıktaki vahiy anlayışı için bkz., Dr. Muhsin Demirci, Vahiy
Gerçeği, İst.–1996, MÜİFV yay., s. 129–131, Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre
Hıristiyanlık, 2. Bası, s. 164. Hıristiyanlıktaki peygamberlik anlayışı için
bkz., Kuzgun, Dört İncil,s. 139–147.
19-)İ. Goldziher, Muhammedanische Studien, c.1, s.10-11, Daha geniş bilgi için
bak:TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996,
İ. Goldziher’in fikirlerine yapılan ilmî tenkidler için bak:
Mustafa SIBAİ, İslam Hukukunda Sünnet (Çeviri: Kamil Tunç) Birim Yayınları,
İstanbul-1996
20-) H. R. GİBB , Muhammedanism, s.27-38’den nakiller için bak: Muhammed
El-Behiy, İslami Düşüncede Oryantalist Etki, Çev:İbrahim Sarmış, s.34-40, Ekin
Yay.,İst-1996
21-) Taha Hüseyin, Eş-Şi’rul –Cahili, s.23-30’dan naklen Muhammed El-Behiy,
a.g.e., s.41-50
Taha Hüseyin o derece batı hayranı bir kişidir ki, bir eserinde şunları
diyebilmektedir:”Uygarlıkta Batı ile ortak olmamız için; Batı ile bir olmamız,
iyiliği ve kötülüğü ile Avrupalıların yolundan gitmemiz
gerekir.”(Mustakbelus-Sakafe 1-11)
22-) Fazlur Rahman, İslâm, (Trc. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın), İstanbul 1981,
sh. 47-48’den naklen Hamdi Döndüren, “Zamanın ve Şartların Değişmesiyle İslâmî
Hükümler Değişir mi?”, İslâmî Edebiyat, Nisan-Mayıs-Haziran 2001, sayı. 33, s.
72-73
Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, (çev. Salih Akdemir),
Ankara, 1995, s.22 ve devamı
Fazlurrahman hakkında günümüz ilim adamlarından Ziyaüddin Serdar şöyle
demektedir: “Fazlu’r–Rahman’ın “İslam’ı” İslam’ı oryantalistlerin tarzında
yeniden kurmaya yönelik modernist bir teşebbüstür. Böylece onun, sünnet kritiği
Joseph Schact’a dayandı, İslam tarihi analizi H. A. R. Gibb’inkinin esasına
dayalı olarak hazırlandı ve seçtiği konuya olan tüm yaklaşımları ise, öğretmeni
ve ruhsal öğütçüsü W. C. Smith’in düşünceleri ile köklendi.”( Ziyaüddin Serdar,
İslam Medeniyetinin Geleceği, İst. 1996, s. 290 vd., dipnot 5.)
Günümüzde modernistlerce eller üstüne tutulan, üzerine eserler ve tezler
yazılan Fazlurrahman’ın fikirlerinin tenkidî için bak:Ebubekir SİFİL,Modern
İslam Düşüncesinin Tenkidi-2-3 Kayıhan Yayınları, İstanbul,Ayrıca Recep
Yıldız’ın Ömrünü Yanlışa adayan Adam:Fazlurrahman adlı makalesi, İnkişaf
Dergisi www.inkisaf.net
23-) Prof.
Dr. Abdulkerim ZEYDAN , Fıkıh Usûlü, Çev: Doç. Dr. Rûhi ÖZCAN, s: 140, İstanbul
1993, M.Ü. İlahiyat Fak. yay.
24-) Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, Hadis Usûlü, s: 11, Ankara, 1997, T.D.V. yay.
25-) İ.Goldziher, Muhammedanische Studien, c.2, s. 5, Ayrıca bak: TDV İslam
Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996, Mehmet Emin Özafşar, Oryantalist
Yaklaşıma İtirazlar, s.26, Araştırma Yay., Ankara-1999
26-) İ.Goldziher, Vorlesungen, s.37-42’den TDV İslam Ansiklopedisi, c.14,
s.108-11, İstanbul- 1996
Ne acıdır ki,İslam’a karşı önyargılı davranan İ.Goldziher bile bu
söylediklerini belli bir sistematikte söylerken ve yazarken, kendilerini
“Kur’an eksenli Müslüman,Kur’ânî Müslüman, tevhidî Müslüman” olarak lanse eden
bazı kişiler bütün hadislerin uydurma olduğunu,başta Ehl-i Sünnet olmak üzere
bütün ekollerin hadis uydurmakta yarıştıklarını hiçbir delile dayanmadan iddia
edebilmektedirler.Müctehid imamların, hadis bilginlerinin binbir zahmetle
yaptıkları çalışmaları bir çırpıda yok sayan, onları küçümseyenlerin yanlış ve
batıl yolda olduğunu söylemek ilim borcumuzdur.
27-) J.Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence, s.3, Oxford, 1950 Yine
J.Schacht, Introduction-İslam Hukukuna Giriş, çev:M.Dağ-A.Şener, s.45,
A.Ü.İ.F.Y
J.Schacht’ın eserlerine yapılmş kapsamlı tenkidler için bak: M.Azamî,
İslam Fıkhı ve Sünnet, Oryantalist J.Schacht’a Eleştiri, çev:Mustafa Ertürk,
İstanbul-1996
28-) Bu ekolün asıl adı Gulâm Nebi el-Maruf b. Abdullah Cekralevî liderliğinde
önce “Ehli’z-Zikru ve’l-Kur’ân” diye tanındığı sonraları Muhibbu’l-Hak Azim
Abadi ve Seyyid Ahmed Khan’in destekleriyle güçlenip “el-Kur’âniyyûn” hareketi
olarak şöhret kazandığı anlaşılmıştır. Seyyid Ahmed Khan, Gulam Ahmed Pervez bu
hareketin öncülüğünü yapmışlardır. Bu ekole göre:Kur’ân-ı Kerim’de nasih ve
mensuh ayet bulunmaz.Kabir hayatı, âlem-i berzah yoktur. Sünnet ile şekil
kazanmış ibadetler bu ekole göre daha değişik yorumlanmış ve sadece Kur’ân’ın
zahir naslarına dayalı ibadet anlayışı hakim olmuştur. Mesela sübûtu Kur’ân’a
dayanmayan cenaze ve bayram namazlarını kılma zarureti yoktur. Ekol mensubu
bazılarına göre farz olan namaz günde sadece iki rekattir. Ramazan orucu da
senenin herhangi bir ayında olabilir. Bu ekolün kurucusu Abdullah Cekralevî’ye
göre Kur’ân’da ezan ve muezzinle ilgili bir bilgi ve işaret olmadığı için
bunların yapılması küfürdür.(Geniş bilgi için bak:Aziz Ahmed, Hindistan ve
Pakistan’da Modernizm veİslam, s.41-72, İstanbul-1990, Yöneliş Yay.,ayrıca
Abdülhamit Birışık, Hint Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İst-2001
29-) Dr.Cüneyt EREN, Tefsirde Anti Sünnet Hareketler, Yeni Ümit dergisi, 48.
sayı, Mayıs-2000, Ayrıca bak: Ebubekir SİFİL , Muhammed ABDUH'un Bazı
İtikadi Görüşleri adlı makale, www.ebubekirsifil.com/makaleler
İsa
(a.s)’nın ahir zamanda nüzûlü, Deccal ve Cessâse, Resûlullah’a (sallallahü
aleyhi vessellem) büyü yapılması, mi’raç vb. konulardaki hadislere “Kur’an
İslamı, Tevhidi İslam vb.” slagonik terimlerle ortaya çıkıp hurafe,israiliyat
diyen Ehl-i Bidat kişi ve fırkalara verilen ilmî ve tutarlı cevaplar ve
tenkidler için sizlere şu eserlere bakmanızı tavsiye ederim: a) Abdullah Feyzi
Kocaer’in hazırladığı Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih’ isimli çalışma,
Hüner Yayınevi, Konya b)Merhum Said Havva’nın el-bina serisinden El-Esâs
fi's-Sünne (İslâm Akâidi), Aksa Dağıtım, İstanbul c) Ebubekir Sifil , İslam ve
Modern Çağ 1-3 , Kayıhan Yay., İstanbul d) Yusuf Kerimoğlu , Fıkhî
Meseleler 1-2 , Ölçü Yayınları e) Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet Akaidi f)Muhmmed
Ebu Şehbe, Sünnet Müdafaası 1-2, Rehber Yay.
30-) Mahmud Ebu Reyye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, çev:Muharrem
Tan,Yöneliş Yay., İst-1988. Baştan sona tezviratlarla dolu bu kitaba yazılmış
tenkit kitapları vardır.Ayrıntılı bilgi için bak:Prof.Dr. Muhammed Ebu Şehbe,
Sünnet Müdafaası-1, s.21-22, Rehber Yay., Ankara-1990
31-)Fazlurrahman,Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s.47-90, çev:Salih Akdemir,
Ankara Okulu Yay., Ank-2001
32-) Fazlurrahman ,Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, 84-6.
33-) Fazlurrahman, Allah'ın Elçisi ve Mesajı, 43; Ana Konularıyla Kur'an,
186-9; İslam ve Çağdaşlık, 90.
34-)bak. www.ebubekirsifil.com/ makaleler
35-) Muhammed Accac el-Hatip, Ebu Hureyre Raviyetu’l-İslam, s.149-150, Kahire,
1982, Ayrıca bak: TDV İslam Ansiklopedisi,”Ebu Hureyre” maddesi, c.10,
s.165-166, İst-1994
36) L. Caetani, İslam Tarihi (terc. Hüseyin Cahit) c.1 s.120-134, İst-1924
37) Ahmed Faruk İmam-ı Rabbani, Mektubat, Fazilet Neşriyat, İstanbul, ty, II,
76
Şia fırkasının Hz.Ebu Hureyre düşmanlığını şu şekilde açıklayabiliriz: Hz.
Ali’nin (r.a.) karşısında yer alanları tenkit ve tekfir eden Şia, fitne
yıllarında uzleti tercih edip ilimle iştigal eden Ebu Hureyre(r.a.)’ yi de sıkı
bir şekilde eleştirmiştir. O’nu, Emevi ve Muaviye yanlısı olmakla itham
etmiştir. Şia’nın Ebu Hureyre(r.a.)’yi reddetmesinin arka planında, en çok
hadis rivayet eden sahabi olmasına rağmen, Hz. Ali’nin (r.a.) imametine dair
tek bir rivayetinin olmaması vardır. O’nu, adil kabul etmeleri durumunda
kendileriyle çelişki içinde olacaklarını düşünmüşlerdir; “Madem Ebu Hureyre
(r.a.) tek başına bir hadis mecmuasıdır, o takdirde niçin imanın esaslarından
biri kabul ettiğiniz imametin Ali(r.a.)’ye tahsisi noktasında hiç rivayeti
yoktur” nev’inden yöneltilecek muhtemel itirazın önünü kapatmaya
çalışmışlardır. Bu yüzden onlara güya Hz. Ali şöyle demiştir: “Yaşayanlar
arasında Allah Resulu’na en fazla yalan isnad eden Ebu Hureyre’dir.(!)”(İbni
Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt, sayfa 360). Yine Hz. Ali O’nun
“Sevgili dostum bana haber verdi ki” diye Peygamber’den bahsettiğini duyunca:
“Peygamber ne zaman senin sevgili dostun oldu?” demiştir.
Abdulhüseyin Şerefeddin el-Musavî’nin Ebu Hureyre(r.a.)’yi karalamak için
yazdığı Ebu Hureyre adlı kitap ilim adına bir talihsizliktir. Ayetullah
Humeyni’nin, Ebu Hureyre’nin Muaviye gibi zalimlerin teşkilatına girdiğini,
onların yararına hadisler uydurmak suretiyle İslama büyük zarar verdiğini ileri
sürmesini anlamak güçtür.(Humeyni, İslam Fıkhında Devlet, terc. Hüseyin Hatemi,
s.179-180, İstanbul, Düşünce Yay.)
38-) Bkz. Muhammed Ebu Reyye, Şeyhu’l-Madire Ebu Hureyre, Daru’l-Maarif,
Kahire, ty.
Ebu Hureyre(r.a.)’nin madire isimli çorbayı çok sevdiği, yemeği Hz. Muaviye’nin
sofrasında yiyip, namazı Hz. Ali’nin arkasında kıldığı, bunun sebebini
soranlara Hz. Muaviye’nin madiresinin daha yağlı, Hz. Ali’nin arkasında namaz
kılmanın ise daha faziletli olduğunu söylediği iftirası üzerine yazılmış bu
kitab müsveddesine ilmi cevaplar verilmiştir. Bak: Zekeriyya Yusuf Ali, Difa’
ani’l-hadisinnebevi, s.114–116, Kahire-1972
39-) Mustafa Sibaî, Es-Sünnet-ü ve Mekanetuha fi’t-Teşrii’l-İslami,
el-Mektebu’l-İslami, Beyrut, 1985, s. 238.
40-) Bu hususta yazılan eserlerin bibliyografisi için bak: TDV İslam
Ansiklopedisi,”Ebu Hureyre” maddesi, c.10, s.167, İst–1994, Ayrıca bak: İhsan
ŞENOCAK, Tek Başına Bir Hadis Mecmuası, İnkişaf Dergisi
41-) Hayatı için bak: TDV İslam Ansiklopedisi, Ka’b el-Ahbar maddesi, c.24,
s.1-3, İstanbul-2001
42-) M. Reşit Rıza, Tefsîru’l-Menar, c.8, s.449
43-) TDV İslam Ansiklopedisi, Ka’b el-Ahbar maddesi, c.24, s.2
44-) Bak: İbrahim Karagül, Neo-oryantalizm ve Amerikan İslamı: 500 din adamı
ABD'de ne yapacak? Yeni Şafak gazetesi, 22 Mart 2005